27 Ağustos 2007 Pazartesi

M.KEMAL ATATÜRK’ÜN TÜRKÇEMİZE KAZANDIRDIĞI MATEMATİKSEL TERİMLER
Maksumunaleyh:BÖLEN
Taksim:BÖLME
Haric-i Kısmet:BÖLÜM
Kabiliyet-i Taksim:BÖLÜNEBİLME
Zarb:ÇARPI
Mazrup:ÇARPAN
Mazrubata Tefrik:ÇARPANLARA AYIRMA
Muhit-i daire:ÇEMBER
Tarh:ÇIKARMA
Amudi:DİKEY
Gaye:LİMİT
Aşa’ri:ONDALIK
Kat’ı Mükafti:PARABOL
Ehram:PİRAMİD
Menşur:PRİZMA
İhtisar:SADELEŞTİRME
Suret:PAY
Mahrec:PAYDA
Hatt-ı Mümas:TEĞET
vs…Atatürk’ün bulduğu terimlerin hemen hemen çoğu bugüne dek hiç değiştirilmeden kullanılmıştır. O’nun sadece birkaç terimi sonradan biraz değişikliğe uğramıştır.Mesela varsayı-varsayım, tümey açı-tümler açı, bütey açı-bütünler açı haline gelmiştir.Atatürk ayrıca bu kitabı eğitim sisteminde uygulanmasını sağlamış ve 13 Kasım 1937 tarihinde Sivas’ta geometri dersine girmiş,kendisi ders anlatmıştır.*

28 Temmuz 2007 Cumartesi

Gökkuşağının renkleri...


Ben;
Çok eskilerde bir hayatın gölgesindeydim. Yaşım 14 'tü. Renkler gökkuşağıydı ve ben o renklerin içindeydim. Sonra renklerim yavaş yavaş anlamını yitirmeye başladı. Ne olduğunu anlamamıştım. Bir tek gökyüzündeki derin maviliğim kaldı şimdi. Arada bir beni seyreden gökyüzüne derin derin dalarım.Nerde gökkuşağım diye; sessizliğini gecedeki yıldızlarıyla bana iletir. Ben de ona…

Şimdilerde ne gecenin sessizliği ne de gökkuşağının o güzel renkleri kaldı...Ben ömrümün sonuna kadar beklesemde bir daha gelmeyecekti o güzellikler, o renkler...Artık hayat kararmıştı sanki benim için.Her zaman bir umut vardır diye bekledim ama o umutta kayboldu.
Hayat anlamını yitirince, herşey yalan olunca, ne kaldı geriye sadece karanlık...

From:Yagmurzamani94

Resimler (Pictures)






HAYATIM DEĞİŞTİ...

Paylaşmak ve düşünmek için...
Artık eskisi gibi her haftasonu birileri ile dışarı çıkmak istemiyorum. Beni yoran ilişkiler, yeni tanışmalar, yeni yüzler aramıyorum. Eski dostlukların da özetini çıkarmaya başladım. İlişkilerde tasarrufa gidiyorsun her şeyde olduğu gibi ve gereksiz insanları hayatından atmak istiyorsun.
Yapmacık, inanmadan konuşmak istemiyorum artık. Beni anlamayanlarla konuşmak cümle kirliliği yaratıyor ve hak edenlere saklıyorum enerjimi. İstediğime istediğimi deme özgürlüğüne sahibim, eleştirme hakkını oluşturan yaşamışlık ve yeterli yaş faktörü artık bende de var.
Ben demiştim sendromunda olanlarla arkadaşlıkları bir kez daha sorguluyorsun. İlişkilerini sadeleştirmeye başlayınca sıra iyi ve kötü gün dostlarını ayıklamaya geliyor. Kötü gün dostlarını belirliyor ve onlara daha çok önem veriyorsun. İyi gün dostu bulmak ne kadar kolaysa kötü gün dostu bulmak bir o kadar zor, biliyorum. Dostlar Ihtiyaç olduğunda göçmen kuşlar gibi sıcağa uçuyor ve sadece seninle birlikte sürüden ayrı düşenler kalıyor.
Zamanın ne kadar kıymetli olduğunu öğreniyorsun buralara kadar gelirken. Uzun düz otobanlardan olduğu gibi, kestirme bozuk yollardan da ulaşabilirsin hedeflerine. Kestirmeleri de öğrendim gide gele. Boş geçen her saniye değerli artık. Daha yapılacak çok şey var ama çokta yorulmaktan kendimi çok ta hırpalamaktan yana değilim. Gerektiğinde hayır demeyi öğrendim ve bu kelime başta karşındakine kırıcı gelse de senin için hayat kurtarıcı olabiliyor. Sevgiye önem vermek gerektiğini, zamanı geldiğinde elinde sadece sevginin kalacağını biliyorum. Sevgi paylaştıkça oluşuyor, olgunlaşıyor. Aileme ve seçtiğim tüm dostlarıma daha önce göstermediğim sevgi ve ilgiyi gösteriyorum.
Biliyorsun ki gidenlerin ardında sadece iyilikler kalıyor, ne kadar sevgi dolu olduğu hatırlanıp anılıyor. Bana çok genç olduklarını hatırlatırcasına nedense tecrübelerimi, fikirlerimi sormaya başladılar. Vereceğim cevaplar belki çok anlamsız geliyor ama yine de dinliyorlar ama ben biliyorum ki yaşamadan hiçbir şey öğrenilmiyor. Yaşamışlığın oluşturduğu bir alçakgönüllülükle gülüyorum içimden sadece.
Artık daha şık giyiniyorum, senelerle birikmiş dolaplar dolusu kıyafet var ve bunları kendimle paylaşmalıyım . Önce kendine güzel görünmelisin, kendi zevkime göre giyinmek istiyorum, böyle hissediyorum.
Niçin yaşadığımı,amacımın ne olduğunu biliyorum ;ve zamanın beni kullanmasına izin vermeyerek ben onu kullanıyorum.Herkese huzurlu,mutlu ve bilinçli günler dileklerimle...

DUDAKLA BARDAK ARASI...

Eski Sisam krallarından Ancee adında bir zalim, yeni yaptırdığı bir bağa üzüm kütükleri diktiriyormuş. İşlerin bir an önce bitmesini sağlamak için de kölelerini hiç dinlenmeden çalıştırıyormuş. O zavallı kölelerden biri, birgün pek bitkin düştüğü için dayanamaz ve zalim krala:
- Niçin bu kadar acele ediyorsunuz efendim? Siz bu bağın üzümlerinden yapılacak şarabı hiçbir zaman içemeyeceksiniz ki !.. deyivermiş.
Kral biraz kızmışsa da sesini çıkarmamış. Nihayet gün gelip üzümler yetiştikten sonra, kral köleler de dâhil herkesin hemen toplanmasını emretmiş. Bir müddet sonra da o bağın üzümlerinden yapılmış şaraptan bir bardak getirilmesini emretmiş. Daha önce kehanet gösterisinde bulunan köleyi de huzuruna çağırtmış. Şarap bardağını eline alarak:
- Söyle bakayım, benim bu şaraptan hiçbir zaman içemeyeceğimi tekrar iddia edebilir misin? diye sormuş.
Köle şöyle cevap vermiş:
- Belli olmaz efendim. İçebileceğinizi söyleyemem. Çünkü dudak ile bardak arasındaki mesafe çok uzundur. O arada başınıza neler gelebileceğini de bilemem!
Köle sözlerini bitirir bitirmez, içeri kralın adamlarından biri girmiş. Bir yaban domuzunun bahçeye girdiğini ve asmaları kırıp döktüğünü söylemiş. Kral elindeki bardaktan bir damla dahi içmeden hemen dışarı fırlamış. Bahçede domuzun bulunduğu yere koşmuş. Kral ve domuz arasında öldüresiye bir mücadele başlamış. Sonunda yaban domuzu mızrak gibi azı dişleriyle, Sisam kralının karnını yarıp ölümüne sebep olmuş. Kral bostanda, bardak masada kalmış... Şu söz bu olayı güzel bir şekilde ifade ediyor:
"Nasip ise gelir Hint'ten Yemen'den, Nasip değil ise ne gelir elden?"
Kalbinize yakın bulduklarınızı çantada keklik sanmayın. Sıkıca asılın onlara tıpkı hayata asıldığınız gibi... Çünkü onlarsız hayat da anlamsızdır.. Hayatı çok hızlı koşmayın, nereden geldiğinizi ve nereye gittiğinizi unutmayın. Hayatın bir yarış değil, her saniyesinin tadı çıkarılması gereken güzel bir yolculuk olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Dün tarih oldu... Yarın bir sır... Bugünün kıymetini bilin. Sevgiyle Kalın .... Can DÜNDAR

22 Temmuz 2007 Pazar

EN GÜZEL MANZARALAR (THE BEST VİEWS)
















FROM:CARLOS...THANK YOU CARLOS:)))

10 Temmuz 2007 Salı

Sevgilim Bugün Gelme...



Romantizm ve realizm akımları arasındaki geçiş döneminde siyasal şiirin öncüsü olan Alman şair Heinrich Heine bu romanda kendisini anlatıyor.
Çok hastaydı Heine...Sekiz yıldır yatıyordu.Tutmuyordu artık bacakları.Sol gözünü çoktan yitirmişti.Sağ gözüyle görebilmesi için ise sürekli kendiliğinden kapanan göz kapağını kaldırması gerekiyordu.Ne yazık ki bunu da her zaman kendi başına yapamıyordu.Yakalandığı omurilik veremi engelliyordu hareket etmesini.Hiç beklemediği bir anda bedenine saplanan ve onu nefessiz bırakan sancılarını geçirdiği sinir krizleri izliyordu.

Heine bir yaz akşamı yürüyüşe çıktığı Paris caddelerinden birinde tanışmıştı karısıyla.Bir ayakkabı mağazasının önünde sırtını kapıya yaslamış olan satıcı kız Mathilde ona gülümsediği anda aşık olmuşlardı birbirlerine...O gün o mağazanın kapısına yaslanmış 19 yaşındaki genç kızla,37'sindeki iyi giyimli,yakışıklı ve ünlü erkeği birbirine yakıştırmayıp,ilişkilerinin çok kısa süreceğini söyleyenler ne kadar yanılacaklarını yıllar sonra anlayacaklardı.
Derin bir aşkla bağlıydı Mathilde'ye...Onun son derece temiz,dürüst ve iyi yürekli biri olduğunu anlatıyordu herkese.Aslında Mathilde ona göre bir çocuktu.Fakat zarif bir kadın değildi Mathilde.Olmayacaktı da.Ve Heine bunun farkındaydı.Bu durumun onurlu ve kültürlü bir insan için ne kadar acı çektiren bir alın yazısı olduğunu düşünüyordu.Doğru dürüst okuma yazması bile yoktu Mathilde'nin.Heine bu yüzden onu insan içine çıkarmaya utanıyor,eve davet etmekten özenle kaçındığı doslarıyla buluşmaya da hep yalnız başına gidiyordu.

Aslında başkaları fark etmedikçe onun bu eksikliklerini pek de önemsemiyordu.Mathilde vefalı ve sadık bir kadındı.

Yatalak şairin son aylarını aşık ve mutlu geçirmesini sağlayan,ona en iyi şiirlerini yazdıran ziyaretçi Mathilde değildi;bu kız Elise Krienitz'di.Elise'de yazılar yazıp Heine'ye gösteriyordu.Elise ,Heine'nin son mektubunu 1856'nın 14 Şubatı'nda aldı.

"Sevgilim, bugün gelme;korkunç bir migren ağrısı çekiyorum.Yarın gel."dedi.Biricik Elisa'sı bir gün sonra yanına gittiğinde ona öfkeyle şöyle söyledi:

"Sonunda gelebildin!"Yüzü iyice solmuş,dudaklarının rengi kaçmıştı...
Son derece hüzünlü görünüyordu.Küçük sevgilisini yanına çağırıp yüzünü,şapkasının kurdelasını okşadı.Küçük, odadan çıkarken seslendi arkasından:"Yarın bekliyorum unutma!.."

Yanına kimseyi sokmadılar ertesi gün...17 Şubat günü küçücük bir çocuğunkini andıran bedeni artık cansızdı.59 yıllık hayatı sona ermişti...

Soğuk ve gri bir Şubat günü Montmartre Mezarlığına götürdüler onu.100 kişiyi geçmeyen kalabalığın arasında Paris'te yaşayan Almanlar,Fransız yazarlar ve gazeteciler vardı.Vasiyetine uyuldu Heine'nin...Ne konuşma yapıldı, ne de dua okundu...Cenaze töreni bittikten sonra kalabalık Montmartre'a geldiği gibi sessizce dağıldı.


















9 Temmuz 2007 Pazartesi

İsmimi Terk Ederim...

Polisiye romana felsefi bir boyut katan,Amerikalı gerilim yazarı Patricia Highsmith'in Ripley dizisinin baş karakteri Tom,gizemli,zeki,utangaç ve psikopat bir anti kahraman.

Cebimdeki kimliğim...Herşeyin sorumlusu o.İsmim beni belirliyor.Herkes öncelikle adımı,sonra işimi,son olarak da yaşımı öğrenmek istiyor.Kimse "En büyük korkun ne?"diye sormuyor.O zaman onlara deniz derdim.Yüzmeyi bilmiyorum.
Tom Ripley sıradan bir isim.Bir işe yaramayan,korkularla dolu,tanımadığı ortamlarda terleyen,konuşmayı sevmeyen,rahatlamasına alkolun yetmediği,zavallı bir adamım.Zayıf sesimden bile bir bayağılık,inançsızlık,yeteneksizlik akıyor.Kralın soytarısı olabilirim.
Sokağa çıktığınızda asla fark etmeyeceğiniz bir türüm.Küllü sarı saçlarım kaşlarımı kapatıyor,ifadelerimi saklamak için iyi bir seçim.Gözlerim mavi,denizlere ya da gökyüzüne benzemeyen,puslu bir rengi var.Dik yürüdüğümde 1.82 boyum var ama ben kambur yürürüm,insanları adımlarından tanıma alışkanlığını böyle edindim.Konuştuklarımın gözünün içine bakmayı sevmediğimden seslere ve hareketlere karşı duyarlıyım.Tanıştığımıza memnun oldum.
Kurallar,yasalar ve ahlak anlayışı...Hepsi insanları mutsuzluğa sürüklemek için yazılmış safsatalar.Umursamıyorum.İş bulamadığım için vergi kaçakçılığı yapıyorum,ailemden nefret ediyorum ve sayılı arkadaşlarımdan para sızdırıyorum.Belki bütün bunlar beni iyi bir insan yapmıyor ama kendileri olmaya korkan salaklardan daha asilim.Ben kimsem oyum.Adım ya da karakterim değil.Hafif yaşıyorum ;fazla eşyam yok.
Görüntüm konusunda çok şanslı değilim.Nerede durması gerektiğini bilmeyen ellerim,bakmaya utanan gözbebeklerim,yavaş hareket eden bacaklarım var.İyi bir model,yeterince deneme ve kusursuz azimle başkası olabileceğime eminim.
Hayatın süprizlerine yedi gün ,yirmi dört saat açığım.Fırsatlar beni her zaman çekici buluyor.Ne kadar da şanslıyım!
İş aramam; işler bana gelir.Bugünkü de onlardan biri.Barda yanımda gördüğünüz adamla ben de az önce tanıştım.Bardağımızdakiler viski damlaları.O yüzden biraz sarhoş görünebilirim.Adam,kendisine Mr.Greenleaf diyelim,İtalya'da kaybolan oğlunu geri getirmemi istiyor.Çaresizliğin yapabileceklerinin sonu yok.Birinci sınıf biletler,en iyi valizler,süit daireler...Yepyeni bir yaşam benimle flört ediyor.Hoşça kal Amerika,zaten seni pek sevmemiştim.
....

Demiştim size kimlikler yanıltıcıdır.Kalbim,bedenim,hatta cesaretim...Doğmayı seçmektense ölmeyi tercih ederim.Ve durmadan ismimi terk ederim.

5 Temmuz 2007 Perşembe

Güzel Türkiyem'den Gökova Körfezi...
















3 Temmuz 2007 Salı

İçimden Bunlar Geliyor...


Koşmak ;hiç yorulmayacakmışcasına
Konuşmak ;hiç susmayacakmışcasına
Anlatmak hiç olmayacak olayları bir başkasına,
Gitmek ;çok uzaklara geri dönmeyecekmişcesine...
Gezmek ;hiç görmediğim yerleri,
Görmek ;hiç tanımadığım yüzleri,
Susmak ve duymamak söylenen sözleri...
Yaşamak doyasıya ,
Araştırmak bıkmayacakmışcasına,
Bulmak soruların tüm cevaplarını en sonunda...

Yüzleşme...

Hiç kimseyi sevemem
Sevgi dürüst olmadıkça
Hiç kimseyi öpemem
Kimse içten öpmedikçe
Hiç kimseye gülemem
Kimse bana gülmedikçe
Hiç kimseye vuramam
Kimse bana vurmadıkça
Sebepsiz yere söylediğim
Tüm yalanlar aklımda
Hiç istemeden kırdığım
Tüm insanlar karşımda
Hiç kimseye bakamam
Gözler yalan söyledikçe
Hiç kimseyi aldatmam
Çılgın sözler duymadıkça
Hiç kimseye inanmam
Ruhum kabul etmedikçe
Korkularım saklı şimdi kimse beni sormayınca
Tüm aşklarım solgun şimdi geçmiş beni anmayınca

27 Haziran 2007 Çarşamba

Kaybol Benle...


Kurumuş yapraklar dudaklarım gibi
Gidiyorum uzaklara
Her düşen damla kalıyor ardımda
Ağlıyorum son defa
Dalgalar koyu mavi
Senden izler silindi
Zaman geçti söyle ne değişti sence ?
Sahip olma hiç ruhuma kaybol benle
Kaybol kaybol benle
İlk öpüş gibi...
Sahip olma hiç bana ama
Kaybol benle Kaybol kaybol benle
İlk seviş gibi...
Haklı olmayı mutlu olmaya
Tercih ettim son defa
Dalgalar koyu mavi
Senden izler silindi
Zaman geçti söyle ne değişti sence ?

26 Haziran 2007 Salı

Unut Beni

Uyuyorum uyuyorum

Günler çabuk geçsin diye
Kadehlere koyuyorum
Acımı dindirsin diye
Bekliyorum bekliyorum
Bu sensizlik bitsin diye
Seni özlediğim kadar
Beni özlüyormusun,
Sende rüyalarında
Beni görüyormusun
Öyle zorki ayrı kalmak
Öyle dayanılmazki
Unut beni sevgilim
Ben unutmuyorum



23 Haziran 2007 Cumartesi

Yanıldım...


Yanıldım Allah'ım yanıldım ;hep böyle kalacak sandım

Geride kaldı anılar ,unutulmaz yaşantılar...

Soruyorum şimdi kendime,yanıyorum kendi derdime

Ne var elimde kalan?Bu dünya zaten yalan!!!


Ölmek varsa ,ölmek varsa kaderde;

Dert ekleme derdine,kaderin kader olsun

Benliğin aşkla dolsun...

Kördüğüm...


Öyle uzak ki yerin uzakları aşıyor
Bütün özlediklerim benden ayrı yaşıyor
Ya herşeyim ya hiçim sorma dünya ne biçim
Bir kördüğüm ki içim çözdükçe dolanıyor
Öyle uzak ki yerin uzakları aşıyor
Bütün özlediklerim benden ayrı yaşıyor
Ya herşeyim ya hiçim sorma dünya ne biçim
Bir kördüğüm ki içim çözdükçe dolanıyor

20 Haziran 2007 Çarşamba

ZAMANSIZ GELİŞİN...

Ah,senin şu zamansız gelişin...
İçimi titretişin bir anda gidişin,
Tam yeni bir hayata başlayacakken;
Sensiz kurduğum hayallere giriverişin...

Oysa ölmüştü içimdeki sen
Savaştım ben kendimle sen uzaklardayken,
Şimdi iki arkadaş gibi,iki yabancı gibi...
Yok mu bu senin zamansız gelişin...

3 Haziran 2007 Pazar

Suyun Duruluğuna ve Akıcıcılığına Teslim Edin ,Ruhunuzu...

Resimde biraz bekle ve yağmurun yağışını seyret...




Ve Suyun akışını izle...



Harika bir manzara değil mi?...



30 Mayıs 2007 Çarşamba

YENİ FİLMLER VİZYONDA...YÖNETMEN:ZİHNİMİZ.


Zihnin kurguladığı filmler...
Sizce neden rüya görürüz?Hiç düşündünüz mü?Bazen gerçek gibidirler, bazen bizi hayrete düşürecek kadar ilginç...Hiç bilmediğiniz yerde ,tahmin etmediğiniz insanlarla buluverirsiniz kendinizi...
Rüyaların anlamı ve neden görüldüğü tarih boyunca merak edilmiş konular. Son araştırmalar, rüyaların, canlıların günlük deneyimleriyle geçmişteki bilgilerini güncelledikleri gecelik kayıtlar olabileceğini gösteriyor. Bu güncellemeler sayesinde canlılar, hayatta kalma stratejilerini belirliyorlar. Rüyalar, gerçekliği, bildiğimiz doğa yasalarını alt üst eden, tuhaf, akıldışı görüntülerle haşır neşir olduğumuz, yönetmenliğini kendi zihinlerimizin yaptığı gizemli filmler. Kimi zaman geleceğe yönelik işaretler içerdiğine inandığımız, kimi zaman hayra yormaya çalıştığımız; bazen gerçekmiş gibi gelen, bazen kendimizi uyanmaya zorladığımız gecelik serüvenlerimiz.
Rüyaların anlamı ve rüya görmeye yol açan nedenler, pek çok araştırmanın konusu olsa da,
akılları kurcalayan soruların yanıtı üstünde henüz fikir birliği yok. Rüya gören bireylerin çok fazla enerji harcaması ve rüya görmenin kuşaklar boyu süreklilik gösteren bir deneyim olması, bu ilginç beyin etkinliğinin önemli bir amaca hizmet ettiği düşüncesini beraberinde getiriyor.




27 Mayıs 2007 Pazar

DONNIE DARKO...

Donnie, sorunlu bir ergenlik geçiren, buna karşın güçlü bir karaktere sahip, görünürde sıradan bir Amerikan gencidir. Ancak iç dünyası, tahmin edilenden daha karmaşıktır. Uzun süredir şizofreni tedavisi görmekte olan Donnie, bir yandan hastalıkla savaşırken, öte yandan okullarına yeni gelen güzel Gretchen’la duygusal bir yakınlaşma yaşar. Donnie’nin gündüzleri normal seyirde ilerleyen hayatı geceleri sekteye uğrar. Onun geceleri de gündüzleri kadar renklidir, çünkü Donnie bir uyurgezerdir ve geceleri gizemli bir gücün rehberliğinde, kendi kontrolü dışında şeyler yapar. Geleceği gören ve kendisini tehdit eden bu güç, her geçen an Donnie’yi daha çok ele geçirir. O, artık zamanda yolculuğun mümkün olduğu, çevresindeki insanlardan kanalların yayıldığı paralel bir evrene adım atmıştır. Sona yaklaşıldığında, zaman ve gerçeklik yitmiş, Donnie daha önce varlığından haberdar bile olmadığı bir boyutla karşı karşıya kalmıştır. Bence Donnie filmin en başında evine düşen uçak motoruyla ölmüştü ,daha sonraki olaylar acaba yaşasaydı neler olacaktı şeklinde oluşturulmuştur.Ayrıca bu Donnie'nin kendi içinde yaşadığı bir zaman yolculuğudur...










24 Mayıs 2007 Perşembe

HAYALETLER...(GHOSTS)

Hayaletler olmasaydı ne olurdu? Burada niyetim, yeri olmadığından, metafizik bir tartışmaya girmek değildir, kaldı ki spiritüalizm ile aram hiç hoş değildir, hayaletlere inanmam ve hiç hayalet görmedim, belki inanmadığım için. İnanmam, görmedim ama hayaletlerin ve her tür iyi sıhhatte olsunların sinemasal ve yazınsal işlevini ve hatta gerekliliğini hiç inkar etmiyorum. Hayaletler olmasaydı Gotik yazın çok şey kaybederdi, korku sineması - ve salt korku sineması değil - önemli bir kaynaktan mahrum olurdu. Neden "salt korku sineması değil" diyorum? Çünkü, bildiğiniz gibi, hayaletlerin her türlüsü vardır, komik ve romantik olanlar dahil olmak üzere. Hayaletler olmasaydı, üstelik, kimi şatolar da, özellikle İngiltere'dekiler (dilerseniz 'Britanya'dakiler), kişiliklerinden ve lanetli atmosferlerinden çok şey kaybetmiş olurlardı, çünkü, malum, şato denilince akla gelen ilk şey, soylu bakirelerden ve zırhlı kahramanlardan sonra, hayaletler oluyor.

MEDUSA EFSANESİ...(MEDUSA'S LEGEND)

Kainatın, Tanrılar tarafından bölüşüldüğü çağlarda, Medusa adında güzelliğiyle herkesi kıskandıran, aynı zamanda bütün tanrıları kendisine aşık eden bir kız yaşarmış. Medusa o kadar güzel bir kızmış ki yeryüzünde güzelliğiyle ona rakip olabilecek başka bir kadın bulmak mümkün değilmiş. Bu yüzden derlermiş ki, yeryüzünde bütün kadınlar bu güzelliği yüzünden Medusa'yı kıskanırmış. İşte bu güzel Medusa kendisine Tanrılara adamış ve iki kız kardeşi ile birlikte baş Tanrı Zeus'un en sevdiği kızı zeka Tanrıçası Athena'ya ait bir tapınakta yaşarmış. Phorkus ve Keto'nun kızları olan bu üç kız kardeşten Medusa'nın haricinde diğer ikisi ölümsüzmüş. Kendi tapınağında yaşayan bu güzel kızı gören Athena da kızın güzelliğinden etkilenmiş ama kendisini daha güzel ve çok daha zeki bulduğu için de pek fazla önemsememiş. Athena, Baştanrı Zeus'un kardeşi olan denizlerin efendisi büyük Poseidon ile birlikteymiş. Güçlü ve ölümsüz, büyük Tanrı Poseidon da karısı Athena'nın tapınağında yaşayan bu güzeller güzeli kızın farkındaymış ama Tanrılar katında bir ölümlüye aşık olduğu için küçümsenmekten korktuğu için de gizliyormuş ona olan ilgisini. Bir gün Athena her şeyi bilen baş Tanrı Zeus'un izniyle öğrenmiş Poseidon'un,Medusa'ya karşı ilgisini. Poseidon bunu şiddetle reddetmiş ve Tanrıça Athena'ya da yeryüzü ve gökyüzünde ondan daha güzel ve alımlı hiçbir canlının olmadığı üzerine yeminler etmiş. Athena da Poseidon'un bu söylediklerine inanarak olayı çok fazla büyütmemiş.Poseidon Athena'ya öyle demiş demesine ancak yine de bir türlü çıkaramıyormuş aklından dünyalar güzeli Medusa'yı.
Medusa tutkusu yüzünden Poseidon aklını kaçıracak gibi oluyormuş. Sonunda denizlerin büyük tanrısı bu tutkusuna yenik düşmüş ve bir gün gizlice girdiği sevgilisi Athena'nın tapınağında, güzeller güzeli Medusa'ya zorla sahip olmuş. Dünyalar güzeli Medusa harap bir halde tapınakta kalmaya devam ediyormuş ama bu olayı Athena'nın duyması da fazla zaman almamış. Athena, güçlü Poseidon'un bu yaptığı karşısında kendisini aşağılanmış hissetmiş. Bu hissi önce derin bir kıskançlığa, sonra da büyük bir sinire dönüşmüş. Öyle hiddetlenmiş,öyle hiddetlenmiş ki Medusa'yı çok acı bir şekilde cezalandırmaya karar vermiş ve kendi kendine demiş ki "Öyle birden öldürmeyeceğim onu ve kardeşlerini, onlara da önce büyük acılar çektirmeliyim.Tıpkı benim çektiğim gibi."Ve bu sinirle Medusa ve kız kardeşlerini birer ifrite çevirivermiş. Dünyalar güzeli Medusa ve kız kardeşlerinin artık yüzleri o kadar çirkinmiş ki kimse bakmaya tahammül bile edemiyormuş. Medusa'nın gören herkesi bir mecnuna çeviren, en ufak bir yelde bile bütün telleri havalanan o güzelim saçlarının her bir teli bir yılana dönüşmüş. Bununla da yatışmayan Athena'nın siniri Medusa'ya yine de bakmaya çalışan herkesi o bakışların taşa çevirmesini sağlamış. Gel zaman git zaman Athena bu cezayla da yetinmemiş ve Medusa'yı öldürmek için Argos Kralı Akrisios'un kızı Danae'nin, Zeus'tan olma oğlu Perseus'la yani üvey kardeşiyle işbirliği yaparak Medusa'nın kafasını kesmeye karar vermiş.Perseus üvey kız kardeşinin bu isteğini hemen yerine getirerek ışıltılar saçıp insanların gözlerini kamaştıran keskin kılıcını savurduğu gibi zavallı Medusa'nın yılan saçlı kafasını bedeninden ayırıvermiş.Ancak Athena'nın bilmediği bir şey varmış. Güzel Medusa, Poseidon'un kendisine zorla sahip olduğu gece denizlerin kudretli Tanrısından hamile kalmış. Perseus'un gözleri kamaştıran kılıcı Medusa'nın kafasını bedeninden ayırdığı anda Poseidon'un Medusa'nın rahmine bıraktığı çocukları Pegasus ve Chrsyar, Medusa'nın cansız bedeninden dışarı çıkıvermişler.Athena, denizler tanrısı Poseidon'dan olma bu iki kardeşi kendisine köle yapmaya karar vermiş. Kardeşlerden Chrsyar'ın iyi bir savaşçı olacağını düşünen Athena onu kendisine, kanatlı beyaz bir at olarak doğan Pegasus'u da Korinthos şehrinin kralı Glaukos'un oğlu Bellerophone'e vermiş. Pegasus'u ona vermesinin nedeni de Bellerophone'nin ağzından ateşler saçan, aslan başlı, keçi gövdeli ve yılan kuyruklu Khmimaira adında bir canavarla savaşmaya gidecek olmasıymış. Athena, uzun zamandır bu canavarla savaşmak için yardım isteyen Bellerophone'a Pegasus'u vererek yardım çağrılarına da kayıtsız kalmadığını göstermiş böylece. Athena "Pegasus, Bellerophone için bu savaşta oldukça işi yarar, ne de olsa denizler Tanrısı güçlü Poseidon'un oğlu" diye düşünmüş. Bellerophone, Pegasus'u iyi bir savaşçı olarak eğitmiş ve çok güzel bir dostluk kurulmuş aralarında. Zamanı gelince de Bellerophone kanatlı atı Pegasus'a binerek Khimaira ile savaşmaya gitmiş. Pegasus canavarın ağzından fışkırttığı alevlerin kendilerine ulaşamayacağı bir yüksekliğe çıkmış. Bellerophone da canavara havadan oklarıyla saldırmış. Kurşun ve demir karışımı oklarının birbiri ardına fırlatmış korkunç canavara. Canavar yaralanıyormuş ama bu yaraları hiç de ölümcül değilmiş. En sonunda elinde tuttuğu,Tanrıların onu kutsadığı mızrağını kaldırmış ve canavar Khimaira'nın en zayıf yerine, yani tam çenesine saplamış.Canavar Khimaira'nın ağzından fışkırttığı alevler mızrağın kurşun ucunu hemen eritmiş.Eritince de kurşun canavarın boğazından içine doğru akmış.Ve canavar oracıkta ölüvermiş. Bellerophone canavarın cansız bedenine gururla bakmış.Yakın dostu büyük ve güçlü Tanrı Poseidon'un oğlu Pegasus'la birlikteyken yenemeyeceği hiçbir düşman olamayacağını düşünmüş. Bellerophone bu büyük zaferinin sarhoşluğu içinde kendinden geçmiş ve artık kendisini de bir Tanrı olarak görmeye başlamış.Yerinin de Tanrıların yaşadığı Olympos Dağı'nın zirvesi olduğunu düşünerek oraya doğru yola çıkmış.O sırada Olympos'taki tahtında olup biteni izleyen Tanrıların Tanrısı Zeus,Olympos'a doğru kanatlı atıyla gelen Bellerophone'u görünce çok sinirlenmiş. Hemen bir atsineğini göndererek Pegasus'u ısırmasını emretmiş. At sineği Baştanrıdan aldığı emirle birlikte hızla Bellerophone ve Pegasus'un yanına gitmiş ve Pegasus'u ısırmış.At sineğinin ısırmasıyla canı çok yanan Pegasus gökyüzünün engin mavilerinin ortasında çırpınınca sırtındaki Bellerophone'u da atıvermiş. Böylece Bellerophone tanrılara karşı işlediği bu büyük günahının cezasını ölene kadar insanların ondan iğreneceği bir şekilde çirkin,kör, sakat olarak geçirmeye mahkum olmuş.Pegasus ise yükselmeye devam etmiş. Sonunda Olympos'un tepesine varmış.Zeus buraya kadar gelebilen bu kanatlı beyaz atı çok sevmiş ve kendisinin silahlarını taşıyan bir hizmetkar olarak yanında görevlenmiş...

22 Mayıs 2007 Salı

KIZ KULESİ ...( Maiden's Tower )...


Bir imparatorun kızını yılanın getireceği ölümden kurtarmak için yaptırdığı bir binaya göre fazlaca estetik tatlı bir görüntüye sahiptir. İşveli ve dünya güzeli bir kızın yani İstanbul’un saçlarına takılmış şirin bir tokadır o esasen. Boğazın girişinde Üsküdar sahiline daha yakın bir konumda denizin orta yerinde mevzilenmiştir. Rivayete göre kralın birine, çok sevdiği kızının onsekiz yaşına geldiğinde bir yılan tarafından sokularak öleceği söylenir. Bunun üzerine kral denizin ortasındaki bu kuleyi onararak kızını buraya yerleştirir. Kaderin kaçınılmazlığını kanıtlarcasına, kuleye gönderilen üzüm sepetinden çıkan bir yılan, prensesin tenine süzülerek zehrini boşaltır..Çoğu İstanbul’ lu bilir bu kulenin hazin hikayesini ve bu yüzden ona kader inancının yıllanmış abidesi gözüyle bakar ve saygı duyar. O insanoğluna, alnına yazılmış olandan başkasını yaşayamayacağını ama yazılanları en baştan biliyor olsa bile bunu değiştirmek için iradesinin sınırlarını zorlaması gerektiğini fısıldar. Aslında bu rivayet bir genç kızın değil binlerce genç kızın hazin sonunu anlatır...

PERİ BACALARI...(Fairy Chimneys)...

Kapadokya Bölgesi'ndeki Erciyes, Hasandağı ve Göllüdağ jeolojik devirlerde aktif birer volkandı. Bu volkanla birlikte diğer çok sayıdaki volkanların püskürmeleri Üst Miyosen'de ( 10 milyon yıl önce) başlayıp, holosen'e (Günümüze) kadar sürmüştür. Neojen gölleri altındaki yanardağlardan çıkan lavlar, platoda, göller ve akarsular üzerinde 100-150m. kalınlığında farklı sertlikte tüf tabakasını oluşturmuştur. Bu tabakanın bünyesinde tüften başka tüffit, ignimbirit tüf, lahar, volkan külü, kil, kumtaşı, marn aglomera ve bazalt gibi jeolojik kayaçlar bulunmaktadır. Ana volkanlardan püsküren maddelerle şekillenen plato, şiddeti daha az küçük volkanların püskürmeleriyle sürekli değişime uğramıştır. Üst Pliosen'den başlayarak başta Kızılırmak olmak üzere akarsu ve göllerin bu tüf tabakasını aşındırmaları nedeniyle bölge bugünkü halini almıştır.